top of page
Cumaratesi Ian McEvan.jpeg

Cumartesi

“Cumartesi” Ian McEwan’ın 2005 yılında yazdığı, 2007 yılında İlknur Özdemir’in Türkçe’ye çevirdiği YKY dan basılan kitap.

 

Ian McEwan, yaşayan en önemli çağdaş İngiliz romancılarından biri olarak kabul ediliyor.

 

Benim için ise; Türkçeye çevrilen her kitabını büyük bir merakla-heyecanla beklediğim günümüzün en kıymetli yazarlarından. Paul Auster ve Paulo Coelho’yu çoktan aşmış. En az Orhan Pamuk kadar zemindeki mesleği-konuyu (tıp- hukuk-yapay zeka-kuantum fiziği,vb) en ince ayrıntısına kadar çalışmış olduğunu görüyoruz. Ancak bir “designer baby” değil (Nevzat Kaya’nın kulakları çınlasın).

Özet

Amerikan iç savaş yıllarından bir başkan şöyle demiş. “Ben askerlik yapmalıyım ki çocuklarım doktor, mühendis, avukat; torunlarım da ressam, müzisyen, sanatçı olabilsin” “Cumartesi”nin kahramanı sinir cerrahı, eşi bir gazetenin hukukçusu, kızı şair, oğlu da Blues grubu gitaristi. Buna gerçekçi değişim öngörüsü diyoruz sanırım.

 

Londra’nın merkezinde, hastanesine on dakikalık yürüme mesafesinde, dört katlı bir evde eşi ve oğluyla mutlu mesut yaşayan (arada sırada hissettiği huzursuzlukları var tabi ki), işinde çok titiz-başarılı klinik şefinin bir cumartesi gününü – tam 24 saatini- beraber geçiriyoruz. Günün programı; orta-üst sınıf günümüz insanının hafta sonu ilk tatil günü prototipi. İyi anlaştığı dengi bir iş arkadaşı ile squash maçı, akşam yapacağı balık buğulama için balık pazarından alışveriş, yaşlı bakım evindeki Alzheimerlı anneyi ziyaret, oğlunun yeni bestelediği parçanın provasına gitme, akşam yemeğini hazırlama. Akşam yemeğine eşinin ünlü bir şair olan yaşlıca babası Fransa’dan gelecek. Paris’te yaşayan şair kızını da altı aylık bir aradan sonra görecek.

 

Hikayenin geçtiği günde, ikiz kuleler saldırısının üzerinden on sekiz ay geçmiş, Amerika, Avrupa başta olmak üzere insanlar “hayat tarzlarına” yönelik radikal dini tehdidin her an kendileri ve yakınlara zarar vereceği kaygısı ile terörize olmuş, Bush ve Blair düzmece nükleer tehdit bahanesi ile Irak’a savaş açmış ve Londra’da sokaklarda iki milyon insan savaş karşıtı protesto yapmaktadır. Doktor Perowne, yetmişlerindeki Irak’lı Sümerolog profesör hastası ile muhabbetinden Saddam’ın korku rejiminden, yargısız infazlardan, nedenini kimsenin bilmediği tutuklamalar, işkencelerden daha bir haberdar. Irak’lı profesör Amerika’nın niyeti kötü olsa bile, Saddam’ı ortadan kaldıracak bir işgalin Irak halkı için iyi olacağını düşünüyor. Bundan etkilenen Perowne savaş karşıtı gösterilere mesafeli. Oğlu ve kızı ile farklı uçlarda olmaktan dolayı da huzursuz. Irak işgalinin olması mı olmaması mı daha iyi olacak. Kime göre ve ne zamandan bakınca. Aslında işgalin ardından 19 yıl geçmesine karşın bunun cevabını biliyor muyuz? Kazanan var mı?

 

Perowne’nin huzursuzlukları, “ sahip olma, ait olma ve yenileme” düsturuyla yaşadığı eşi ve işi ile ilişkisi dışında her yerde her zaman var. Müzik dinlerken hissettiği iyilik halini de hariç tutmak gerekiyor. Profesyonel işi dışındaki kısacık boş zamanları anlamlı yaşamakta, devamlı olasılıklar arasında tercih yapma durumunda olmaktan, bizim gibi zorlanıyor. Ayrıca zeminde dünyanın gidişatından duyduğu hafif bir kaygı da var.

Perowne, tıbbın Sherlock Holmes’i- modern zamanlar şamanı gibi. Gözleyerek hastalık tanısı koyma oyununu seviyor. Squash maçına, gıcır Mercedesi ile protesto kargaşasından-kapalı yollardan sıyrılıp bir an önce gitme derdinde iken, serseri kılıklı üç gencin olduğu araba ile ufak çaplı bir trafik kazası yaşıyor. Serserilerin başı yirmilerinde Huntington hastası bir bahtsız. Çocuğun dengesiz hareketlerinden tanısını içinden koyan doktorumuz; hastalıktan bihaber arkadaşlarının önünde, dayaktan kaçmak için başka yol bulamadığından olsa gerek, hastalık hakkındaki bilgilerini acımasızca kullanarak zavallıyı küçük düşürüyor. Atlatıyor. Bu atlatma sonrasında ona çok pahalıya mal oluyor. Hem arkadaşlarının önünde karizmasının çizilmesi hem de belki de kötücül hastalığının gerçekten bir tedavi seçeneği olur mu sorusuna yanıt alma dürtüsü ile bahtsız genç akşama doktorun kapısına dayanıyor. Tabi ki zili çalarak değil.

 

Amerika ve İngiltere’nin çok sorunlu-bahtsız devlet/devletlere müdahalesi nasıl sonrasında kendi ülkelerinde terör tehdidini artırdı ise “Cumartesi”nde de Perowne’nin bahtsız gence bulaşması, gerçek korku-kaybetme-aşağılanma- taciz duygularını ailece yaşamalarına yol açıyor. McEwan bu paralelliği özellikle mi yaratmış bilmiyorum.

McEwan’ın kitaplarında; seçenekler arasında bocalama, etik-insancıl kaygılar, kararımızın sonucuna katlanma, gündelik huzursuzluklar zeminde hep var. Belki de gereğinden fazla gerçekçi kahramanlar ve şimdiki zaman öyküleri biz okuyucuları olayların içine öyle daldırıyor ki benzer huzursuzlukları yaşıyoruz ve sorguluyoruz.

Son yorumlar

“Designer Baby” tanımı için Flu TV de- Böyle Buyurdu Kültür- Nevzat Kaya- Orhan Pamuk bölümlerine (Kırmızı Saçlı Titane- Yaşar Kemal vs Orhan Pamuk) bakınız.

 

McEwan “Cumartesi”nde transsfenoidal hipofizektomi ameliyatını intraoperatif patoloji konsültasyonunu bile atlamadan naklediyor. Ancak işinin ehli bir cerrah bu kadar iyi anlatabilir. Müzik zaten çoktan içselleştirilmiş. McEwan “Oratorio” ve “libretto” yazmış. Hamlet’in günümüz bir başka versiyonu olan “Fındık Kabuğu”nda yine birazcık tıp, “Çocuk Yasası”nda günümüz İngiltere’sinde hukukun işleyişi-etik, “Benim Gibi Makineler”de yapay zeka, “Solar”da quantum fiziği hakkında “akademik”! bilgiler var. Yine de benim önerim McEwan’ın kitaplarını okumaya “Cumartesi” nden başlamanız. Viskide her damıtımevinin standart bir ekspresyonu vardır. Onu tattıktan sonra diğer ekspresyonlara geçmeniz önerilir. Ardbeg giriş viskisi Ardbeg Ten’ dir. Ardbeg Uigeadail ve Ardbeg Corryvreckan, Ten’in varyasyonlarıdır.

 

Oscar ödüllü “”Atonement” 2007 ve Emma Thompson’un başrol oynadığı “The Children Act” 2017 filmleri başta olmak üzere çok sayıda film uyarlaması var McEwan’ın.

Benim yorumum böyle. Kitaplarınız kadar hayalleriniz olsun.

bottom of page